"Çocuk olmaktan asla vazgeçmeyen bir hayalperestim.."
İlk ödülünü 10 yaşında Hindistan'da aldı. Sonra da ödüle doymadı. Tasarımcı ve ressam Aslı Kutluay, 25 Ocak'ta Armaggan'da 'Bir' adlı karma sergiyle çıkıyor karşımıza...
Aslı Kutluay, tasarım ve sanat hayatına 10 yaşındayken Hindistan'da katıldığı Shankar's Uluslararası Resim Yarışması'nda kazandığı gümüş madalyayla başladı. Lise yıllarında geometri ve resim derslerine duyduğu ilginin sonucu olarak, 1988 yılında ODTÜ Endüstriyel Tasarım bölümündeki lisans eğitiminden sonra Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Kutluay, 1994 yılında, Paris'te düzenlenen 'Paris Emballage' yarışmasında 'Sanal Alışveriş İçin Minimal Paketler' projesiyle ödül kazandı. 1996 yılında da Ankara'da ASK Tasarım firmasını kuran sanatçı, eserlerini ve tasarımlarını burada yaratmaya devam ediyor. Kutluay ile 25 Ocak'ta açacağı sergi öncesi buluştuk.
- Hindistan'da bir yarışmaya katılma fikri nasıl ortaya çıktı ve yarışmaya katıldığınız resmin teması neydi ?
Resme duyduğum ilgiyi ve yeteneğimi keşfeden ilkokulumdaki resim öğretmenim İsmet Erel teşvik etti. Konu 'Bahar Temizliği'ydi. Annesine yardım eden çocuklar çizmiş ve boyamıştım. - Resim yapmaya ne zaman başladınız? Çok erken yaşlarda... 4 yaşımda ailemin görevi nedeniyle Amsterdam'da bir yıl yaşadık. Montessori sistemiyle eğitim veren bir okulun yuvasına gitmem en büyük şansım oldu sanırım. Okula çok severek gittiğimi, el becerilerimi artırıcı egzersizler çalıştığımı ve ilk sergimi sınıfımın önündeki koridorda açtığımı hatırlıyorum.
- Tasarımlarınızda özellikle dikkat ettiğiniz bir nokta var mı ?
Tasarımlarımda çıkış noktam insan. Günlük hayatımda sürekli çevremi ve insanları gözlemlerim. İlham kaynağım bazen kendi ihtiyaçlarım olur. Tasarladığım ürünler kişiye özel, tek parça, elitist ya da ekonomik ve seri üretime yönelik olabilir. Her iki koşulda da tasarımlarımın mutlaka bir felsefesi ya da sadece basit bir hikayesi olur. Tasarımlarımın kişilik sahibi ve sade olması benim için önemli.
- Tasarımlarınızda sadelik ön plandayken, resimleriniz aksine daha renkli neden ?
Tasarımlarımda sade olma saplantım var. 'Less is more' görüşünü benimsiyorum. 'Az çoktur' terimini 1855 yılında Andrea del Sarto bir şiirinde kullandı ve mimar Ludwig Mies van der Rohe minimalist tasarımın felsefesini bu iki zıt kelimeyle özetledi. Yaşam alanlarının ve kullanılan tasarımlardaki sadeliğin insanı daha tutkulu yapacağına inanıyorum. Tutkulu biriyim, yaşamayı seviyorum. Resim yaparken de kendimi tamamen özgür bırakıyorum.
- ODTÜ'de eğitim aldığınız zamanı da sayarsak, günümüze kadar tasarım alanında yaşanan gelişmeleri nasıl buluyorsunuz ?
Tasarımcıların konusu insan olduğu için insanın kullandığı her şeyin üretim sürecinde yer alabiliyoruz. Uçak, tren, otobüs, araba gibi ulaşım araçları, elektrik süpürgesi, ütü, televizyon bilgisayar gibi elektronik cihazlar ya da diş fırçası, tükenmez kalem, kül tablası gibi günlük ihtiyaçları karşılayan ürünleri tasarlayabiliyoruz. Tasarladığımız aslında bir 'kabuk' oluyor ve içinde mühendis, teknisyen, üretici ve satışçıların olduğu bir ekip çalışmasında yer alıyoruz. Kişiye özel tasarımlar daha çok dekorasyon ve giyim konusunda karşımıza çıkıyor. O zaman atölye ortamında ve el işçiliğiyle üretilen tasarımlar yapmamız söz konusu oluyor. Aslına bakarsanız yaratım süreci çok farklı değil, çünkü seriye dönüşecek ürünü de önce atölye ortamında heykel yapar gibi çamurla çalışıyoruz.
İSTANBUL YENİ BİR SANAT MERKEZİ
- Son yıllarda ülkemizde sanatın her alanına karşı ilginin arttığı sergilerin ve müzayedelerin daha hareketli geçtiğini görüyoruz. Bir sanatçı olarak bu konuda neler söylemek istersiniz ?
Evet, bu açıkça belli oluyor. En son aralık ayında Floransa Bienali'ne katıldım. Bienalde 40 Türk sanatçıydık. İtalyanlardan sonra en çok katılım bizim ülkemizdendi. İstanbul'un yeni bir sanat merkezi olduğunu bire bir tanıştığım sanatçılardan duymak ve onların da ülkemizde işlerini sergilemek istediklerini hissetmek çok onur vericiydi.
- Ankara'da sanata bakış nasıl ?
Ankara'yı sanatın değer bulma yeri olarak İstanbul'la karşılaştıramayız. Ankara'da Gazi, Hacettepe, Bilkent gibi üniversitelerin güzel sanatlar fakülteleri gerçekten çok iyi eğitim veriyor. Ankara'nın İstanbul'u bu anlamda beslediğini düşünüyorum. Ankara'da sanatı iyi değerlendiren az sayıda ama çok kaliteli bir kitle ve bu kitlenin takip ettiği etkinlikler var. Ayrıca büyükelçilik mensuplarının da sanatı izleyebilecekleri yer Ankara. Merkezi Ankara'da olan Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği, her sene Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde sergi düzenliyor. Eski Ankara dediğimiz bölgede Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin çevresinde merkezi İstanbul'da olan önemli galeriler şubeler açmaya başladı. Demek ki Ankara'daki koleksiyonerler onların da dikkatini çekiyor. Yeni müzeler ve vakıflar kuruluyor. CER Modern'in açılması Ankara'ya çok önemli, taze bir soluk getirdi ve her ay burada çok önemli uluslararası sanatçıları ve projeleri izleme şansını elde ediyoruz.
- Resimlerinizde dans, müzik ve mitolojinin etkisinin yoğun olduğundan bahsediyorsunuz. Dans eder misiniz ?
Dans etmeyi çok seviyorum, elimden geldiği kadar kurslara katılıyorum ve bu konudaki becerimi artırmaya çalışıyorum. Bence; müzik ve dansın ritimlerini hissetmek resimlerimdeki ritim duygusunu da pekiştiriyor. Sanatın farklı dallarıyla ilgilenmek, mitoloji okumak, film seyretmek, fotoğraf çekmek hatta yemek bile pişirmek resimde beni daha çok derinleştirdiğini düşünüyorum.
Atalarından kalma müziklerin melodisi
Aslı Kutluay, tasarımcı kimliği dışında sanatçı yönüyle de 2008 ve 2010'da Contemporary Istanbul'da, Floransa Bienali'nde, Londra Art Fair'de, New York ve Brüksel AAF fuarında, Toronto Art Fair'de eserleriyle yer aldı. Uluslararası alanda da ün yapmış olan Kutluay için, küratör Marco Testa şöyle diyor: 'Aslı Kutluay, bize sanatın tasarım olduğunu anlatırken çalışmalarında her iki disipline de yer veriyor. Resimsel eserleri, tasarımın izlerinin gerekliliğini dengeliyor. Kendi tarih ve kültürünün anılarıyla yoğun imajları renklerinde Chagallvari renklerle dolup taşan bir rüyada geziniyorlar. Damlayan sular ve duvar yazıları birbirinin içinde kaybolurken onun atalarından kalma müziklerin melodisini duyarsınız. Betimlenmeyen dans ancak temsil edilen renklerin ve formların izinde kavranabiliyor. İç dengenin ikonları bir zamanı kırmak için orada bekliyorlar.'